- Katılım
- 11 Ağu 2025
- Mesajlar
- 516
- Tepkime puanı
- 24
- Puanları
- 18
Selçuk Altun’un yeni romanını adı “Öpsem Öldürürler Öpmesem Öldüm”. Selçuk Altun roman adlarında şairlere, onların dizelerine göndermeler yapmayı sever. Benim aklıma hemen Neşet Ertaş’ın Sevsem Öldürürler adlı türküsünden bir dize, “Sevsem öldürürler, sevmesem öldüm” geldi. Ama öncesinde aynı dizeyi Karacaoğlan da bir şiirinde söylemiş zaten. Postmodern bağı izlersek bir Ekşi Sözlük yazarı da Altun’un roman adı için “İsmet Özel’in ‘Desem Öldürürler Demesem Öldüm’ adlı kitabına bir tür edebi selam niteliğinde” demiş. Bence Selçuk Altun kitabın adında Karacaoğlan’a gönderme yapıyor. “Bir çift güzel geçer bağlardan ağrı” diye başlayan şiirde dörtlükler “İçsem öldürürler içmesem öldüm”, “Baksam öldürürler bakmasam öldüm” ve “Sevsem öldürürler sevmesem öldüm” diye bitiyor. (KARACAOĞLAN ŞİİRLERİ: BİR ÇİFT GÜZEL GEÇER BAĞLARDAN AĞRI).
Kitabın adı dile getirmenin tehlikesi ile sessiz kalmanın bedeli arasında sıkışmış bir ruh halini yansıtıyor, diye yorumlanmış. Romanın baş karakteri Veciz And. Selçuk Altun girişte adının anlamını kahramanın anlatımıyla açıklıyor. Arapçada “özsöz” demek. Dostları kısaca “Ve” dermiş zaten soyadı da İngilizcede “ve” anlamına geliyor. Öğrenciyken kahramanımızın adıyla bol bol dalga geçildiğini tahmin edebiliriz. Örneğin “Ceviz” derlermiş kendisine.
Veciz’in eğlenceli, şakaya açık bir adı var ama hikayesi biraz karanlık ve bolca hüzünlü. Annesi ve babasını 12 Eylül Askeri darbesi sırasındaki tutuklamalarda kaybediyor. Girişte 12 Eylül’ü, öncesinde ve sonrasında yaşananları adına uygun olarak özlü bir şekilde anlatan Veciz’in de niyeti 12 Eylül kurbanlarının aile dramlarını anlattığı bir anı kitabı kaleme almaktır. Yani kendisinden söz edecektir. Ama Veciz’in anı kitabı da, yaşam öyküsü de farklı gelişiyor.
Romanın ana mekanı Üsküdar Selimiye ama Hakkari, Kilyos, Amasya, Midilli, Londra, Oslo ve Fjaerland’da eserin mekanlarından. Selimiye mahallesinin adını aldığı Selimiye Kışlası askeri darbelerin simge yapılarındandır. Askeri kışla ama hapishane olarak da kullanılmış. 12 Mart’ta da 12 Eylül’de de gözaltına alınanların, tutuklananların önce oraya konulduğunu biliyoruz.
Veciz’in babası Vedit And, bir solcu derginin genel yayın yönetmeni ve çevirmendir. 12 Eylül Askeri Darbesi’nin geniş tutuklama listesinde o da vardır. İstanbul’dan sonra Diyarbakır Cezaevi’ne yollanacaktır. Diyarbakır Cezaevi de mahkumlara uygulanan akıl almaz işkencelerle ünlü bir başka simge yapı. Vedit And, Diyarbakır’dan sonra yollandığı Erzincan Hapishanesi’nden kaçmayı başarmış ve siyasi mülteci olarak Almanya’ya sığınmış.
Türk edebiyatı alanında bir akademisyen olan anne Nihan And’ı kocası gözaltına alınınca hemen üniversiteden atmışlar. 1981’de annesini, 1984’de babasını kaybeden Veciz’i Selimiye’de “And Apartmanı”nda yaşayan emekli subay dedesi büyütüyor.
“Dedemden sonra en yakın dostum kitaplar oldu” diyor Veciz. Selçuk Altun’un kahramanları kitaplara düşkündür. Veciz de bir bibliyoman. Kitaplar aynı zamanda Selçuk Altun’un kahramanlarının hem içsel hem de dışsal yolculuklarında önemli bir araçtır. Veciz’in kitap düşkünü olması şaşırtıcı değil ama bir özelliği daha var, sinemaya da çok meraklı.
Çocukluğunda Karagöz oynatarak sahne sanatlarına merak salan Veciz zamanla sinema tutkunu olmuş. Yönetmen Werner Herzog’un sıkı bir hayranı. En büyük arzusu da işletmecilik okuduğu üniversiteyi bitirince Herzog’un sinemacılık okulunda eğitim almak.
Selçuk Altun’un eserlerinde bireyin yalnızlığı, geçmişle hesaplaşması ve kendini arayışı ana izlektir. Veciz’in roman boyunca Marcel Proust’un Kayıp Zamanın İzinde’sini okuması bu açıdan bakınca önemli bir gönderme oluyor. Veciz’in Türkiye’nin karanlık geçmişinde ve ailesinin özel tarihinde kendini arayışı da benzer nitelikte.
Veciz 17 yaşına girdiği gün babasının nasıl biri olduğunu araştırmaya başlar. Hala özenle korunan odada eski evrakları karıştırır ve iz sürer. Anne ve babasının eski arkadaşlarını bulur. Babasının düşündüğünden farklı biri olduğunu anlar. Annesinin ölümünde babasının karakterinin etkisi olduğu kanısına varır. Bu iz sürme babasının Diyarbakır Cezaevi’ndeki işkence günlüğünü bulması ile başka bir boyuta evrilecektir. Arka kapakta da belirtildiği gibi “Babasına ve binlerce günahsız aydına işkence yapan sadist gardiyanın peşine düşer”.
Diğer yanda da Hakkâri’deki askerlik görevi sırasında ciddi bir kaza geçirip yaşama savaşını kazandıktan sonra yine arka kapakta da belirtildiği gibi “bir akademisyen veya küresel casus mu olduğuna karar veremediği Pertev Batum’un yardımcısı olur.” Babasının ve diğer devrimci mahpusların işkencecisinden sonra birden ortadan kaybolan Pertev Batum’u da arayacaktır.
İşkencecinin izini sürmesi 12 Eylül, Diyarbakır Cezaevi ve devletin uyguladığı şiddeti anımsatırken, Pertev Batum’u araması da onun Londra’daki gizemli kitabevlerinden sahafları ile ünlü Fjaerland’a varacak bir sahaflar gezisine çıkmasına neden olur. Yitik zamanların izini sürer, geçmişte yaşananları öğrenirken kendini tanımaya, kişiliğini oluşturmaya başlar, geleceğe yönelik radikal kararlar alır.
Selçuk Altun’un tipik anlatı tarzı olan türlerarasılık, metinlerarasılık, oyunlu anlatım bu romanda da mevcut. Yine mekanlar, yerler ve kişileri deneme tadında paragraflarla anlatmaktan çekinmiyor. “Öpsem Öldürürler Öpmesem Öldüm” 136 sayfalık hacmiyle kısa, yoğun ve çok katmanlı bir anlatı.
* “Öpsem Öldürürler Öpmesem Öldüm”, Selçuk Altun, Türkiye İş Bankası Kültür yay. Temmuz 2025.
Kitabın adı dile getirmenin tehlikesi ile sessiz kalmanın bedeli arasında sıkışmış bir ruh halini yansıtıyor, diye yorumlanmış. Romanın baş karakteri Veciz And. Selçuk Altun girişte adının anlamını kahramanın anlatımıyla açıklıyor. Arapçada “özsöz” demek. Dostları kısaca “Ve” dermiş zaten soyadı da İngilizcede “ve” anlamına geliyor. Öğrenciyken kahramanımızın adıyla bol bol dalga geçildiğini tahmin edebiliriz. Örneğin “Ceviz” derlermiş kendisine.
Veciz’in eğlenceli, şakaya açık bir adı var ama hikayesi biraz karanlık ve bolca hüzünlü. Annesi ve babasını 12 Eylül Askeri darbesi sırasındaki tutuklamalarda kaybediyor. Girişte 12 Eylül’ü, öncesinde ve sonrasında yaşananları adına uygun olarak özlü bir şekilde anlatan Veciz’in de niyeti 12 Eylül kurbanlarının aile dramlarını anlattığı bir anı kitabı kaleme almaktır. Yani kendisinden söz edecektir. Ama Veciz’in anı kitabı da, yaşam öyküsü de farklı gelişiyor.
Romanın ana mekanı Üsküdar Selimiye ama Hakkari, Kilyos, Amasya, Midilli, Londra, Oslo ve Fjaerland’da eserin mekanlarından. Selimiye mahallesinin adını aldığı Selimiye Kışlası askeri darbelerin simge yapılarındandır. Askeri kışla ama hapishane olarak da kullanılmış. 12 Mart’ta da 12 Eylül’de de gözaltına alınanların, tutuklananların önce oraya konulduğunu biliyoruz.
Veciz’in babası Vedit And, bir solcu derginin genel yayın yönetmeni ve çevirmendir. 12 Eylül Askeri Darbesi’nin geniş tutuklama listesinde o da vardır. İstanbul’dan sonra Diyarbakır Cezaevi’ne yollanacaktır. Diyarbakır Cezaevi de mahkumlara uygulanan akıl almaz işkencelerle ünlü bir başka simge yapı. Vedit And, Diyarbakır’dan sonra yollandığı Erzincan Hapishanesi’nden kaçmayı başarmış ve siyasi mülteci olarak Almanya’ya sığınmış.
Türk edebiyatı alanında bir akademisyen olan anne Nihan And’ı kocası gözaltına alınınca hemen üniversiteden atmışlar. 1981’de annesini, 1984’de babasını kaybeden Veciz’i Selimiye’de “And Apartmanı”nda yaşayan emekli subay dedesi büyütüyor.
“Dedemden sonra en yakın dostum kitaplar oldu” diyor Veciz. Selçuk Altun’un kahramanları kitaplara düşkündür. Veciz de bir bibliyoman. Kitaplar aynı zamanda Selçuk Altun’un kahramanlarının hem içsel hem de dışsal yolculuklarında önemli bir araçtır. Veciz’in kitap düşkünü olması şaşırtıcı değil ama bir özelliği daha var, sinemaya da çok meraklı.
Çocukluğunda Karagöz oynatarak sahne sanatlarına merak salan Veciz zamanla sinema tutkunu olmuş. Yönetmen Werner Herzog’un sıkı bir hayranı. En büyük arzusu da işletmecilik okuduğu üniversiteyi bitirince Herzog’un sinemacılık okulunda eğitim almak.
Selçuk Altun’un eserlerinde bireyin yalnızlığı, geçmişle hesaplaşması ve kendini arayışı ana izlektir. Veciz’in roman boyunca Marcel Proust’un Kayıp Zamanın İzinde’sini okuması bu açıdan bakınca önemli bir gönderme oluyor. Veciz’in Türkiye’nin karanlık geçmişinde ve ailesinin özel tarihinde kendini arayışı da benzer nitelikte.
Veciz 17 yaşına girdiği gün babasının nasıl biri olduğunu araştırmaya başlar. Hala özenle korunan odada eski evrakları karıştırır ve iz sürer. Anne ve babasının eski arkadaşlarını bulur. Babasının düşündüğünden farklı biri olduğunu anlar. Annesinin ölümünde babasının karakterinin etkisi olduğu kanısına varır. Bu iz sürme babasının Diyarbakır Cezaevi’ndeki işkence günlüğünü bulması ile başka bir boyuta evrilecektir. Arka kapakta da belirtildiği gibi “Babasına ve binlerce günahsız aydına işkence yapan sadist gardiyanın peşine düşer”.
Diğer yanda da Hakkâri’deki askerlik görevi sırasında ciddi bir kaza geçirip yaşama savaşını kazandıktan sonra yine arka kapakta da belirtildiği gibi “bir akademisyen veya küresel casus mu olduğuna karar veremediği Pertev Batum’un yardımcısı olur.” Babasının ve diğer devrimci mahpusların işkencecisinden sonra birden ortadan kaybolan Pertev Batum’u da arayacaktır.
İşkencecinin izini sürmesi 12 Eylül, Diyarbakır Cezaevi ve devletin uyguladığı şiddeti anımsatırken, Pertev Batum’u araması da onun Londra’daki gizemli kitabevlerinden sahafları ile ünlü Fjaerland’a varacak bir sahaflar gezisine çıkmasına neden olur. Yitik zamanların izini sürer, geçmişte yaşananları öğrenirken kendini tanımaya, kişiliğini oluşturmaya başlar, geleceğe yönelik radikal kararlar alır.
Selçuk Altun’un tipik anlatı tarzı olan türlerarasılık, metinlerarasılık, oyunlu anlatım bu romanda da mevcut. Yine mekanlar, yerler ve kişileri deneme tadında paragraflarla anlatmaktan çekinmiyor. “Öpsem Öldürürler Öpmesem Öldüm” 136 sayfalık hacmiyle kısa, yoğun ve çok katmanlı bir anlatı.
* “Öpsem Öldürürler Öpmesem Öldüm”, Selçuk Altun, Türkiye İş Bankası Kültür yay. Temmuz 2025.