• Frmtr ko , forumtr oyun forumu , frmtr metin2 pvp serverler , frmtr rise online , frmtr hile forumu , frmtr hesap satın al , frmtr hesap satışı , frmtr genel forum sitesi , frmtr hile forumu , frmtr fivem forumu Oyun Forumu - Hile Forumu - Knight Online Forum - Rise Online Forum - Metin2 Forum - Oyun Hileleri - FRMTR - ForumTR - FRMTR Ko - KorumTR : FRMTR Knight - ForumTr - FRMTR Zero - FRMTR Oreads - FRMTR Ko - FRMTR Rise Online


    Paylaşımın ve dostluğun adresi KorumTR
pubg mobile uc , valorant vp , mobile legends elmas

Atatürk Hakkında İçerikler,Belgeler,Sözler ve Anıları

Cellad12

Paylaşım Ekibi
Paylaşım Ekibi
Katılım
11 Ağu 2025
Mesajlar
513
Tepkime puanı
18
Puanları
18
Kurmay Binbaşı Mustafa Kemal Derne'de mücahit bedevi kuvvetler önünde emirlerini yazdırırken. (8 Mayıs 1912)

MUSTAFA KEMAL’İN İLK SAVAŞI

Mustafa Kemal, 1905 yılında kurmay yüzbaşı olarak ordudaki görevine başladıktan sonra çeşitlihizmetlerde bulunmuş; 13 Eylül 1911’de İstanbul’da Genelkurmay’da bir göreve tayin edilmişti 1.

Mustafa Kemal’in İttihat ve Terakki Cemiyeti ileri gelenleriyle arası açıktı. Bazı konularda onlar gibi düşünmüyordu. Ordunun siyasetle uğraşmasına kesinlikle karşıydı. Bunu zararlı görüyor ve bu uğurda mücadele veriyordu. Fakat, o günkü politikacılar, henüz bu fikrin doğruluğunu kavrayacak olgunluğa erişememişlerdi. Mustafa Kemal, bunu gördüğü için kendisini tamamen askerlik mesleğine verdi.2

Mustafa Kemal, İstanbul’da Genelkurmay Birinci Şubeye tayin edilmesine rağmen devrin Harbiye Nazın Şevket Paşa, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ileri gelen subaylarına yaranmak için O’na burada hiçbir iş vermemiş, yani fiilen işsiz bırakmıştı3. İşte tam bu sıralarda, İtalyanlar uzun süredir göz koydukları Trablusgarp ve Bingazi’ye saldırdılar.

Osmanlı Devleti’nin bir vilâyeti olan Trablusgarp ve Bingazi müstakil sancağı, son derece savunmasız ve İtalyan işgaline açık bir durumda bulunuyordu. Osmanlı Devleti’nin, burada İtalyanlar’la savaşacak gücü yoktu; asker ve malzeme gönderemiyordu. Bütün Ege ve Akdeniz, İtalyan donanmasınınkontrolü altındaydı. Osmanlı donanması ise, yok denilebilecek kadar zayıftı. Bu bakımdan Trablusgarp’a deniz yolundan ulaşmak, hemen hemen, imkânsız gibiydi. Bunu gören devrin genç ve yıldız subayları, Osmanlı Devleti’nin gizli desteğini sağlayarak, birer ikişer, Mısır ve Tunus yoluyla Trablusgarp’a gittiler. İstanbul’da işsiz bırakılan Mustafa Kemal de Trablusgarp’a gitmek istedi. Mahmut Şevket Paşa’nın karşı koymasına ve İngilizler’in kendisini Mısır’dan geçirmeyeceklerini söylemesine rağmen, gitmekte direndi; Mahmut Şevket Paşa da razı oldu. Daha sonra, Atatürk’e ümitsiz ve sonuç bakımından faydasız olan bu işe neden giriştiği sorulduğunda: “Bunun böyle olduğunu o sıralarda ben görüyordum. Ancak, orduda ve akranım olan subaylar arasında maddî ve manevî sıramı muhafaza etmek için buna mecburdum. Esasen İstanbul’da beni fiilen işsiz bırakıyorlardı” cevabını vermişti.4

Mustafa Kemal, aslında bu savaşın akıllıca bir iş olduğuna inanmıyordu. Çünkü, daha büyük bir tehlikenin Balkanlar’dan geleceğini biliyordu. Fakat, savaş alanındaki başarıları O’nun parti içindeki durumunu sağlamlaştırabilirdi. Bundan başka, Mahmut Şevket Paşa, O’na İstanbul’da göz açtırmıyordu. Ayrıca kendisinden önce Kuzey Afrika’ya giden Enver Bey’den geri kalmak da istemiyordu. 5

Trablusgarp Savaşı, Mustafa Kemal’in komutanlık ve teşkilât kurmadaki üstün niteliğini gösterdiği ilk yer olmuştu. 6 Mustafa Kemal, Gazeteci Mustafa Şerif adıyla, sahte belge ve pasaportlarla İstanbul’dan 15 Ekim 1911’de Naci, Hakkı ve Yakup Cemil Beyler ile yola çıktı. Yolda paraları bitti; hiçbir yerden yardım görmediler. Genel merkezden üçyüz lira istediler, birinci cevapta “para yok, Enver’e ulaşın” denildi. Sonra, Mustafa Kemal’in senediyle Naci Bey7, Ömer Fevzi Bey’den ikiyüz İngiliz lirası aldı ve yola devam edildi. Mustafa Kemal, yolda hastalandı ve İskenderiye’ye döndü; onbeş gün hastahanede yattı. Bu arada, Nuri (Conker) ve Fuat (Bulca) Beyler de onlara katıldılar. Tekrar, hep birlikte yola çıktılar. Mustafa Kemal ve arkadaşları, çok zor bir yolculuk yaptılar. O şartlarda Trablusgarp’a ulaşmak için en uygun yol, İngiliz yönetiminde bulunan Mısır yoluydu. Muharebe sırasında Mısırlılar’ın gösterdikleri yardımlar da dikkate değer. Bunlar, Türkler’e gerek bizzat cepheye gönüllüler göndererek, gerek Türkler’in silâh ve cephane geçirmesine müsaade ederek yardımcı olmuşlardı. Mısır gazeteleri, Türkler’in haklı davalarını çok güzel anlatıyorlardı8. Ayrıca, Mısır’da Trablubgarp için Müdafaa-i Vataniye Cemiyetleri kurulmuş, bunlar, Mısır Fevkalâde Komiserinin de yardımıyla gönüllü, erzak vb. göndermişlerdi9. Mısır’da İngilizler de, Türklerin sempatisini kazanabilmek ve Müslüman halk üzerinde olumlu bir etki bırakabilmek için, gayriresmi olarak, sınırdan silâh ve cephane geçirilmesine izin vermişlerdi10. İngilizler, savaşın başında tarafsız olduklarını ilân etmişler ve üç tarafı da bu şekilde idare yoluna gitmişlerdi.

Mustafa Kemal ve arkadaşları, Trablusgarp’a giderken birçok maceralar yaşadılar. Mısır’da, tanınmamak için Arap kıyafetlerine hüründüler; fakat, Mustafa Kemal’in açık renginden ve askerce yürüyüşünden, bir sivil olmadığını anlamak zor değildi. İki defa tutuklanma tehlikesi geçirdiler. Mustafa Kemal’in becerikliliği ve yerine göre tavır koyma özellikleri sayesinde bunları atlattılar. Çöldeki tren istasyonuna ulaştıklarında, Mısırlı bir subay gelerek beş Türk subayını tutuklamak için emir aldığını söyledi. Mustafa Kemal, sadece Arap kıyafetlerine bürünmekle bu subayı atlatamayacaklarını anlayınca, ona gerçeği söyledi; güzel ve akıcı bir konuşma yaparak onun dinî duygularına hitap etti. Bundan çok etkilenen Mısırlı subay, uzlaşmaya razı oldu. Ertesi gün serbest bırakıldılar. Tren hattının gerisindeki kamptan at, deve, su, yiyecek gibi ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra, çöl ortasında, deve sırtında 1 hafta yol aldılar. Sınıra geldiklerini zannederek, üzerlerindeki Arap kıyafetlerini çıkarıp üniformalarını giydiler. Fakat, başlarında İngiliz ve Mısırlı subayların bulunduğu bir müfreze ile karşılaştılar. Mustafa Kemal, onları tehdit edici bir tavırla, “buranın Osmanlı toprağı” olduğunu söyledi. Onlar da, “kısa bir süre önce sınırın değiştiğini11 ve buranın Mısır toprağı olduğunu” ileri sürdüler. Mustafa Kemal, yine kafa tutarak, “ateş açtıracağını” söyledi. İngilizler, aradaki sayı farkına gülmekle beraber, çekildiler12. Nihayet, Mustafa Kemal ve arkadaşları, iki gün sonra Tobruk dışındaki Türk karargâhına ulaştılar13.

Mustafa Kemal, Kasım ayı süresince Arap önderleriyle görüşmelerde bulundu. 3 Kasım 1911’de Harbiye Nazın Mahmut Şevket Paşa, Trablus Tümen Komutan’ına yazdığı bir mektupta, Mustafa Kemal’in bazı şeyhleri ve Sünusîleri teşkilâtlandırmak için Calu’ya gittiğini, buradan topladığı yerli kuvvetleri Bingazi ve Trablus’a sevk edeceğini bildiriyordu.14 Mustafa Kemal, Trablusgarp’ta şeyhler ve aşiret reisleriyle toplantılar yapıyor ve düzensiz kalabalığı teşkilâtlandırmaya çalışıyordu. Bunların bir kısmına din kardeşim diye hitap ediyor ve kâfirlere karşı savaşmaya çağırıyordu. Katılmak istemeyenlere daha değişik yöntemler kullanıyordu; meselâ, onları İtalyan casusu olmakla itham ediyor ona göre muamelede bulunacağını söylüyordu15. Burada görüldüğü gibi Mustafa Kemal, Sünusîleri ve yerli Arap kabilelerini teşkilâtlandırmak gibi çok önemli bir görevi yüklenmiş buluyordu. O’nun teşkilâtçılıktaki başarısı, Sünusîlerin ve diğer yerli Arap kabilelerinin, savaşın sonuna kadar Türkler’in yanında yer almalarıyla ortaya çıktı.

Mustafa Kemal’in uzun süredir beklediği terfi, nihayet burada iken geldi. Genelkurmay 3. Şube’den, Enver Bey’e 30 Kasım 1911 tarihiyle gönderilen telgrafta, Erkânıharbiye Kolağası Mustafa Kemal Bey’in Binbaşılığa terfi ettirildiği bildiriliyordu16.

Mustafa Kemal, 22 Aralık’ta Tobruk’ta başarılı muharebe yaptı17. 30 Aralık 1911’de Yüzbaşı Nuri Bey ve diğer arkadaşlarıyla birlikte Derne’ye geçti18. Mustafa Kemal, Derne’de önce Şark Kolu Komutanı oldu (1 Ocak 1912)19. Derne’de, 16 Ocak muharebesinde gözünden yaralandı20. Bir ay Hilâl-i Ahmer Hastahanesi’nde tedavi gördü; tamamen iyileşmeden hastahaneden çıktı. 4 Mart 1912’de yapılan genel savaş, çok zor şartlarda cereyan ettiğinden, gözündeki rahatsızlık tekrarladı; 15 gün yataktan kalkamadı. Mustafa Kemal, bu arada, 6 Mart 1912’de Derne Komutanı oldu21.

Mustafa Kemal’in 22 Mayıs 1912’den 5 Ağustos 1912’ye kadar geçen sürede Derne Komutanı olarak verdiği emirler, emr-i yevmî (günlük emir) adlı defterde bulunmaktadır22.

Derne Komutanı Mustafa Kemal ve Binbaşı Nuri Bey, Balkan Savaşı’nın başlamasıyla, bu savaşta vazife almak üzere Trablusgarp’tan ayrılmalarına müsaade edilmesini istediler (13 Kasım 1912)23. 24 Ekim 1912’de Enver Bey, Harbiye Nezareti’ne çektiği bir telgrafta Mustafa Kemal’in Trablusgarp’taki çalışmalarını övmüş, İtalyanlar’la sulhun imzalanması dolayısı ile sulh şartlarının tatbiki sırasında O’nun, Trablusgarp’ta işsiz kalmaması için, gönderildiğini bildirmişti.24. Mustafa Kemal, Mısır’a geçti. Burada parası bittiği için Harbiye Nezareti’nden harcırah talep etti (10 Kasım 1912)25. Mısır’da iken Selanik’in düştüğü ve Bulgarlar’ın Çatalca önlerine geldiği haberini aldı. Avusturya-Romanya yolu ile İstanbul’a döndü26.

Trablusgarp Savaşı, Mustafa Kemal’in de belirttiği, gibi, ümitsiz bir savaştı. Fakat onun bu savaşa katılması, birçok yönlerden kendisine fayda sağlamıştı. Öncelikle, O’nun Trablusgarp’a gitmesi, akranı olan subaylar arasında maddî ve manevî sırasını muhafaza etmesini sağlamış; harp sahasında iken binbaşılığa terfi ettirilmişti. Ayrıca Trablusgarp Savaşı, onun ilk savaşıydı, burada gayri nizamî harb taktiklerini öğrenmişti.

Otorite tesis etmek, başkalarını ateş altında idare etmek, yokluklar içinde savaşı sürdürmek, teşkilâtçılık, az kuvvetle iş görmek, insiyatifle hareket ve ruhsal yönleri ile askeri idare etmek gibi savaşın incelikleriyle ilgili niteliklerini geliştirmiş ve pratiğini artırmıştı27. Trablusgarp Savaşı, bu yönleriyle Mustafa Kemal’e çok önemli şeyler kazandırmıştı.

BELGELER

Belge No : 1

Trablusgarp Komutanlığı’na

Mısır’da Trablusgarp içinde müdafa-i vataniye cemiyetleri teşekkül etmiştir. Trablus’a gönüllü erzak gönderecektir. Mısır Fevkalâde Komiseri onlarla teşrik-i mesai eyleyecektir. Buradan müşarünileyhe para dahi gönderilmiştir. Tunus ‘tan dahi Ataşemiliter Fethi Bey vasıtasıyla erzak tedarik ve şevki çaresine tevessül edilecektir. Muamaileyh ve Mısır komiserliği ile tesis-i irtibat ederek erzak ve saire celbi hususunda mütekabilen sarf-ı mesai, ittihaz-ı tedabir ve emr-i müdafaada cansiperane hareket ediniz- 25 Eylül 1327

Erkân-ı Harbiye Dairesi

Dosya No : 226

Klasör No : 48

Fihrist: 11

Belge No : 2

Teşrinisani 1327

Enver Bey’e Telgrafname

Erkân-ı Harbiye Kolağası Mustafa Kemal Bey’in sırasıyla umum meyanında Erkân-ı Harbiye memuriyetinde istihdam edilmek üzere binbaşılığa terfi ettirilmiştir.

Erkân-ı Harbiye-i Umumiye

Dairesi, 3. Şube

Dosya No : 42

Klasör No : 9

Fihrist : 8

Belge No : 3

Harbiye Nezareti ‘ne

Mısır Fevkalâde Komiseri Rauf Paşa Hazretleri’nden gelen 7 Kânunusani 1327 tarihli şifreli telgrafın hallidir.

Erkân-ı Harbiye Binbaşısı Enver Bey’den, Deme Komutanı Yüzbaşı Şükrü Bey’den mevrud 11 adet şifreli telgrafname açık mahalleri komiserlik şifresiyle bilâ numara sırasıyla aynen dere olunur.

8. Erkân-ı Harp Binbaşısı Mustafa Kemal Bey ve Yüzbaşı Nuri Beyler ile rüfekası 17 Kanunuevvel Deme ‘ye muvasalat ettiler...

Dosya No : 157

Klasör No : 34

Fihrist: 20

Belge No : 4

Harbiye Nezareti ‘ne

21 Şubat 1327

Deme Şark Kolu Kumandanlığı’nı ifâ etmekte olan Erkân-ı Harbiye Binbaşısı Mustafa Kemal Bey, Deme Komutanlığı ‘na memur olmuştur.

Bingazi Umum Komutanı Enver

Dosya No : 73

Klasör No : 17

Fihrist: 11

Belge No : 5

Umum Başkumandanlık Erkân-ı Harbiye Dairesi’ne

3 Teşrinievvel 1328

Hadisat-ı ahire üzerine Deme Kumandanı Mustafa Kemal ve Bingazi Kuvva-i Umumiyesi Erkân-ı Harbiye Reisi, Erkân-ı Harp Binbaşısı Nuri Beyler, Makedonya dâr-ül harekâtında îfâ-i hizmet harp etmek üzere, hareketlerine müsaade buyrulması istirham ve bu babdaki emr-i nezaret penahilerine intizar eylemekte oldukları maruzdur. 1 Teşrinievvel 1328

tarihli şifre

Umum Kumandan Enver Bey

Dosya No : 216

Klasör No : 46

Fihrist: 3

Belge No : 6

11 Teşrinievvel 1328 Harbiye Nezareti’ne Erkân-ı Harbiye Binbaşısı Mustafa Kemal Bey Hakkında

Erkân-ı Harbiye Binbaşısı Mustafa Kemal Bey, 5 Kânunuevvel 1327 tarihinde arzu-i zatiyesiyle orduya iltihâk etti. Evvelce Deme Şark Kolu Kumandanlığı ‘nda bilâhare Deme Kumandanlığı’nda bulunarak fevkalâde surette hüsn-i idare ve iktidar gösterdiği gibi, gözlerinin rahatsızlığına rağmen, son zamana kadar îfâ-i hüsn-i hizmet eylemiş, bu defa esbab-ı mâlûme dolayısı ile akd-i sulh edildiğinden şerait-i sulhiyenin tatbiki müddetince burada âtıl kalmamak üzere hareket ettirildiği maruzdur. Mutasarrıf ve Umum Bingazi Kumandanı Enver Dosya No: 294 Klasör No: 61 Fihrist: 17 Belge No : 7 Harbiye Nezareti ‘ne,

Mısır Fevkalâde Komiseri Rauf Paşa Hazretleri’nden gelen 28 Teşrinievvel 1328 tarihli şifreli telgrafın hallidir.

Deme Kumandanı Binbaşı Mustafa Kemal Bey, buraya vasıl oldu. Dersaadet’e azimet edeceğinden bahisle harcırah talep ve daha yüz kadar zabit ve memurun Derne’den hareket etmek üzere olduğunu ifade etti. Bu gibi mesarif için tahsisat olmayıp bunların burada kalmaları sefaletlerini mucip olacağı ve su-i tesir edeceği cihetle Enver Bey’e gönderilen meblağdan lâzım geldiği takdirde işar ve olmadığı takdirde ayrıca telgraf poliçesiyle irsal buyrulması müsterhamdır.

Dosya No : 167

Klasör No : 37

Fihrist : 2

1 Hamdi Ertuna 1911-1912 Osmanlı İtalyan Harbi ve Kolağası Mustafa Kemal, Ankara 1984, s. 49

2 Uluğ İğdemir, Atatürk’ün Yaşamı, Ankara 1980, c. I, s. 13.

3 Yusuf Hikmet Bayur, Atatürk, Hayatı ve Eseri, Ankara 1963, s. 49.

4 Yusuf Hikmet Bayur, a.g.e., s. 50.

5 Lord Kinross, Atatürk, Bir Milletin Yeniden Doğuşu, İstanbul 1981, s. 87.

6 Hamdi Ertuna, a.g.e., s. 144

7 Hamdi, Ertuna, a.g.e., s. 207-208.

8 İsmail Hakkı Babanzade. “Mısırlılar ve Muhabere”, Tanin, 13 Kasım 1911.

9 ATASE Arşivi, Dosya No : 226, Klasör No : 48, Fihrist:11, 8 Ekim 1911.

10 Orhan Koloğlu, Trablus-garb Savaşı ve Türk Subayları, Ankara 1979, s. 24.

11 İngiltere, Mısır sınırına çok yakın olan Sollum limanının İtalyanlar’a geçmesini istemiyordu. Buranın Mısır’a bağlanması için Osmanlı Devleti’ne başvurdu. Oraya Mısır ordusundan bir birlik yolladı. Osmanlı Vükelâ Heyeti, buranın durumunu ilerde tetkik etmek üzere, şimdilik muvakkaten Mısır tarafından idaresine karar verdi (Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılâp Tarihi, c. 2, kısım 1, s. 103-104).

12 Lord Kinross, a.g.e., s. 88-90.

13 a.g.e.,s. 91.

14 Hamdi Ertuna, a.g.e., s. 72.

15 Lord Kinross, a.g.e., s. 91.

16 ATASE Arşivi, Dosya No : 42, Klasör No : 9, Fihrist No : 8.

17 Hamdi Ertuna, a.g.e., s. 208.

18 ATASE Arşivi, Dosya No : 157, Klasör No : 34, Fihrist No : 20.

19 Yusuf Hikmet Bayur, a.g.e., s. 50.

20 Hamdi Ertuna, a.g.e., s. 208

21 ATASE Arşivi, Dosya No : 73, Klasör No : 17 Fihrist No : 11

22 Bu defter, Çankaya Köşkü’ndeki Atatürk Arşivi’nde bulunmaktadır.

23 ATASE Arşivi, Dosya No : 216 Klasör No : 46 Fihrist No : 3.

24 ATASE Arşivi, Dosya No : 294, Klasör No : 61, Fihrist No : 17

25 ATASE Arşivi, Dosya No : 167, Klasör No : 37, Fihrist No : 2.

26 Uluğ İğdemir, Atatürk’ün Yaşamı, c. I, TTK Ankara, s.

27 Atatürk’ün Jeopolitik ve Stratejik Görüşleri, Harp Akademileri Komutanlığı Yay. İstanbul 1981, s. 80.

Prof. Dr. Hale Şıvgın

Kaynak: ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı 10, Cilt IV, Kasım 1987
ofya'da Askeri Ateşe iken arkadaşlarıyla. (2 Şubat 1914)

ATATÜRK’ÜN KÖPEĞİ, ALP

Cevat Abbas Gürer anlatıyor:

Kumandanım Sofya Ataşemiliteri iken süt yavrusu olarak yanına aldığı ve bizzat terbiye ederek büyüttüğü seter cinsinden köpeği Alp’i de yanından ayırmamıştı.

Güneşin hararetinden kızan yol üzerinde yürüyemeyecek hale gelen Alp’in, kumandanımın atı önüne fasılalarla dikilerek acı acı havlamaları ile en nihayet bir süvari erinin kucağına yerleşti.

Kendisine çok sadık olan bu köpek daima kumandanımın odasında yatardı. Uykudan muayyen kalkma zamanını öğrenmiş olan Alp, kumandanımın mürettep zamanını geçirmiş uzun uykusundan şüphelenir, cibinliği açar nefes alıp almadığını dinlerdi.

Köpeğinin heyecanını gören kumandanım nefesini keser hareketsiz bir halde akıbetini beklerdi.Alp birkaç defa nefes dinlenmek hareketini tekrar ettikten sonra telaşını arttırır, havlar, oda içinde koşar ve nihayet kumandanımın seyyar karyolası altına girerek kamburlaştırdığı sırtı ile hareket etmeyen efendisini kaldırmaya çalışırdı.

Bu derece hassasiyet gösteren Alp, kumandanımın en sadık bekçiliğini son Suriye felaketine kadar yaptı.

Nablus ric’atinde (geri çekilmesinde) Beytülhasan’da tutulduğumuz cehennemi bir tayyare bombardımanından şaşıran Alp, bir daha bizi bulamadı. O günlerde Nablus’taki karargahımıza döndüğünü ve bilahare kaybolduğunu çok seneler sonra haber vermişlerdi.

Kaynak: Atatürk'ün Yaveri Cevat Abbas Gürer, (Cepheden Meclise Büyük Önder İle 24 Yıl). Derleyen, Turgut Gürer, Yapım-C, 1. Baskı, Ekim 2006, ISBN: 9944-5856-0-2. Sayfa:43-45



Cumhuriyet tek başına hukuk üstünlüğünden ve demokrasiden nasiplenmeden bir şey ifade etmeyen, çevremizdeki özellikle buyurgan Arap ülkelerinin bir çoğunda devletlerinin ön isminde cumhuriyet olan rejimdir. Bu cumhuriyet Atatürk'ün kazandırdıkları, hukuk üstünlüğü ile taçlandırdığı, "Hakimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindir" düsturu ile nitelendirdiği cumhuriyettir.

Buyurunuz birlikte okuyarak bilgi tazelemiş ve paylaşmış olalım.

1. Cumhuriyetçilik:

Türk milletinin karakter ve âdetlerine en uygun olan idare, Cumhuriyet idaresidir. (1924)
Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemiyle devlet şekli demektir. (1933)

Cumhuriyet, yüksek ahlâkî değer ve niteliklere dayanan bir idaredir. Cumhuriyet fazilettir.... (1925)

Bugünkü hükümetimiz, devlet teşkilâtımız doğrudan doğruya milletin kendi kendine, kendiliğinden yaptığı bir devlet ve hükümet teşkilâtıdır ki, onun adı Cumhuriyet'tir. Artık hükümet ile millet arasında geçmişteki ayrılık kalmamıştır. Hükümet millet ve millet hükümettir. (1925)

2. Milliyetçilik:

Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türk halkına Türk Milleti denir. (1930)

Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı hep bir soyun evlâtları ve hep aynı cevherin damarlarıdır. (1932)

Biz doğrudan doğruya milliyetperveriz ve Türk milliyetçisiyiz. Cumhuriyetimizin dayanağı Türk toplumudur. Bu toplumun fertleri ne kadar Türk kültürü ile dolu olursa, o topluma dayanan Cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur. (1923)

3. Halkçılık:

İç siyasetimizde ilkemiz olan halkçılık, yani milletin bizzat kendi geleceğine sahip olması esası Anayasamız ile tespit edilmiştir. (1921)

Halkçılık, toplum düzenini çalışmaya, hukuka dayandırmak isteyen bir toplum sistemidir. (1921)

Türkiye Cumhuriyeti halkını ayrı ayrı sınıflardan oluşmuş değil fakat kişisel ve sosyal hayat için iş bölümü itibariyle çeşitli mesleklere ayrılmış bir toplum olarak görmek esas prensiplerimizdendir. (1923)

4. Devletçilik:

Devletçiliğin bizce anlamı şudur: Kişilerin özel teşebbüslerini ve şahsî faaliyetlerini esas tutmak; fakat büyük bir milletin ihtiyaçlarını ve çok şeylerin yapılmadığını göz önünde tutarak, memleket ekonomisini devletin eline almak. (1936)

Prensip olarak, devlet ferdin yerine geçmemelidir. Fakat ferdin gelişmesi için genel şartları göz önünde bulundurmalıdır. (1930)

Kesin zaruret olmadıkça, piyasalara karışılmaz; bununla beraber, hiçbir piyasa da başıboş değildir. (1937)

5. Lâiklik:

Lâiklik, yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir. Bütün yurttaşların vicdan, ibadet ve din hürriyeti de demektir. (1930)

Lâiklik, asla dinsizlik olmadığı gibi, sahte dindarlık ve büyücülükle mücadele kapısını açtığı için, gerçek dindarlığın gelişmesi imkânını temin etmiştir. (1930)

Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye karşı değiliz. Biz sadece din işlerini, millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyor, kasıt ve fiile dayanan tutucu hareketlerden sakınıyoruz. (1926)

6. Devrimcilik:

Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılâpların, (devrimlerin) gayesi Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen çağdaş ve bütün anlam ve görüşleriyle uygar bir toplum haline ulaştırmaktır. (1925)

Biz büyük bir inkılâp yaptık. Memleketi bir çağdan alıp yeni bir çağa götürdük. (1925)

Bütünleyici İlkeler:

1. Millî Egemenlik:

Yeni Türkiye devletinin yapısının ruhu millî egemenliktir. Milletin kayıtsız şartsız egemenliğidir. (1923)

Toplumda en yüksek hürriyetin, en yüksek eşitlik ve adaletin sağlanması, istikrarı ve korunması ancak ve ancak tam ve kesin anlamıyla millî egemenliği sağlamış bulunması ile devamlılık kazanır. Bundan dolayı; hürriyetin de, eşitliğin de, adaletin de dayanak noktası millî egemenliktir. (1923)

2. Millî Bağımsızlık:

Tam bağımsızlık denildiği zaman, elbette siyasî, malî, İktisadî, adlî, askerî, kültürel ve benzeri her hususta tam bağımsızlık ve tam seferberlik demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan mahrumiyet, millet ve memleketin gerçek anlamıyla bütün bağımsızlığından mahrumiyeti demektir. (1921)

Türkiye devletinin bağımsızlığı mukaddestir. O, ebediyen sağlanmış ve korunmuş olmalıdır. (1923)

3. Millî Birlik ve Beraberlik:

Millet ve biz yok, birlik halinde millet var. Biz ve millet ayrı ayrı şeyler değiliz. (1919)

Biz millî varlığın temelini,millî şuurda ve millî birlikte görnıekteyiz.(1936)

Toplu bir milleti istilâ etmek, daima dağınık bir milleti istilâ etmek gibi kolay değildir. (1919)

4. Yurtta Barış Dünyada Barış:

"Yurtta sulh, cihanda sulh" için çalışıyoruz. (1931)

Türkiye Cumhuriyeti'nin en esaslı prensiplerinden biri olan yurtta sulh, cihanda sulh gayesi, insaniyetin ve medeniyetin refah ve terakkisinde en esaslı âmil olsa gerektir. (1933)

Sulh, milletleri refah ve saadete eriştiren en iyi yoldur. (1938)

5. Çağdaşlaşma:

Milletimizi en kısa yoldan medeniyetin nimetlerine kavuşturmaya, mesut ve müreffeh kılmaya çalışacağız ve bunu yapmaya mecburuz. (1925)

Biz Batı medeniyetini bir taklitçilik yapalım diye almıyoruz. Onda iyi olarak gördüklerimizi, kendi bünyemize uygun bulduğumuz için, dünya medeniyet seviyesi içinde benimsiyoruz. (1926)

6. Bilimsellik ve Akılcılık:

a) Bilimsellik
biggrin.gif
ünyada her şey için, medeniyet için, hayat için, başarı için en gerçek yol gösterici bilimdir, fendir. (1924)

Türk milletinin yürümekte olduğu ilerleme ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet bilimdir. (1933)

b) Akılcılık :

Bizim; akıl, mantık, zekâ ile hareket etmek en belirgin özelliği-mizdir. (1925)

Bu dünyada her şey insan kafasından çıkar. (1926)

7. İnsan ve İnsanlık Sevgisi:

İnsanları mesut edeceğim diye onları birbirine boğazlatmak insanlıktan uzak ve son derece üzülünecek bir sistemdir. İnsanları mesut edecek yegâne vasıta, onları birbirlerine yaklaştırarak, onlara birbirlerini sevdirerek, karşılıklı maddî ve manevî ihtiyaçlarını temine yarayan hareket ve enerjidir. (1931)

Biz kimsenin düşmanı değiliz. Yalnız insanlığın düşmanı olanların düşmanıyız. (1936)

İnsanlıktan nasibini almayanlar, Atatürk ve ilkelerine sırt dönerek onu Türk milleti hayatından çıkarmaya çalışanlar bu yaptıklarının bir bedeli olacağını unutmasınlar.

02.08.2013 | Mustafa Akten
Kıdemli Yüzbaşı
Kurmay Yüzbaşı Mustafa Kemal, mezuniyetinin ardından merkezi Şam'da bulunan 5.Ordu'ya staja gönderildi. Bu stajında piyade, süvari ve topçu sınıflarında görev aldı.1905-1907 yılları arasında Şam'da Lütfi Müfit Bey (Özdeş) ile birlikte 5. Ordu emrinde görev yaptı. İlk stajı 5. Ordu'ya bağlı 30'uncu Süvari Alayı'nda gerçekleşti.[25] Bu dönemde düşük rütbeli stajer bir kurmay subay olarak Suriye'nin çeşitli bölgelerindeki isyanlarla ilgilenen Mustafa Kemal, "küçük savaş" (gerilla savaşı) üzerine tecrübe kazandı. İsyanlarla uğraştığı dört aydan sonra Şam'a döndü. 1906 Ekim ayında Binbaşı Lütfi Bey, Dr. Mahmut Bey, Lüfti Müfit (Özdeş) Bey ve askerî tabip Mustafa Cantekin ile birlikte 'Vatan ve Hürriyet' adlı bir cemiyeti kurduktan sonra ordudan izinsiz Selânik'e gitti. Selânik Merkez Komutan Muavini Yüzbaşı Cemil Bey (Uybadın)'in yardımıyla karaya çıktı ve orada cemiyetinin şubesini açtı. Bir süre sonra arandığını öğrendi ve ona ağabeylik yapan Albay Hasan Bey, Yafa'ya dönüp oranın komutanı Ahmet Bey'e Mısır sınırında Bîrüssebi'ye gönderildiğini bildirmesini önerdi. Ahmet Bey de Mustafa Kemal Bey'i Bîrüssebi'ye tayin etti ve bir süre sonra topçu staj için tekrar Şam'a gönderildi.[26] 20 Haziran 1907'de Kolağası (Kıdemli Yüzbaşı) oldu ve 13 Ekim 1907'de 3.Ordu'ya kurmay olarak atandı.[24] Ancak Selânik'e vardığında 'Vatan ve Hürriyet'in şubesinin İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne ilhak edildiğini öğrendi. Bu yüzden kendisi de 1908 Şubat ayında İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne üye oldu (Üye numarası: 322)[27]. 22 Haziran 1908'de Rumeli Doğu Bölgesi Demiryolları Müfettişliğine atandı.[24]
23 Temmuz 1908'de Meşrutiyet'in ilanından sonra Aralık 1908 sonlarında[28] İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından toplumsal ve siyasal sorunları ve güvenlik problemlerini incelemek üzere bugünkü Libya'nın bir parçası olan Trablusgarp'a gönderildi. Burada 1908 Devriminin fikirlerini Libyalılara yaymaya ve buradaki nüfusun farklı kesimlerinden gelenleri Jön Türk politikasına kazanmaya çalıştı.[29] Bu siyasi görevin yanı sıra bölge halkının güvenliği ile de ilgilendi. Kentin dışında yapılan bir savaş tatbikatında Bingazi garnizonuna önderlik ederek askerlere modern taktikler öğretti. Bu tatbikat süresince isyana meyilli Şeyh Mansur'un evini sararak bölgede sistem karşıtı başka güçlü kişilere örnek olması amacıyla onu kontrol altına aldı. Ayrıca hem kentli, hem de kırsal bölge insanlarını korumak için bir yedek ordu planlamaya başladı.[30][28]



13 Ocak 1909'da 3.Ordu'ya bağlı Selânik Redif Fırkası'nın Kurmay Başkanı oldu ve 13 Nisan 1909'da Meşrutiyet'e karşı 3. Ordu'ya bağlı Taşkışla'da konuşlanmış 2. ve 4. Avcı Taburları'nın isyanıyla başlayan, diğer birliklerin katılımıyla genişleyen 31 Mart Ayaklanması'nı bastırmak üzere Selânik ve Edirne'den yola çıkarak Mirliva Mahmut Şevket Paşa komutasında 19 Nisan 1909'da İstanbul'a girecek olan Hareket Ordusu'na bağlı birinci kademe birliklerinin kurmay başkanı oldu. Daha sonra 3.Ordu Kurmaylık, 3.Ordu Subay Talimgâhı Komutanlık, 5.Kolordu Kurmaylık, 38.Piyade Alay Komutanlık görevlerinde bulundu.[24][28]
Mustafa Kemal Bey, 12 Eylül - 18 Eylül 1910'da Fransa'da düzenlenen Picardie Manevraları'na gönderildi. Burada uçakların deneme uçuşuna davet edildiyse de yanındaki komutanının uyarısıyla uçağa binmedi. Bineceği uçak yere çakıldı ve uçağın içinde bulunanlar öldü. Bazı yazarlar, ömrü boyunca uçağa binmeyen Atatürk'ün bu davranışını, Picardie Manevraları'nda yaşadığı olayın ardından temkinli davranmasına bağlamışlardır.[31][32]
Mustafa Kemal Bey, dönüşünün ardından 27 Eylül 1911'de İstanbul'da Genelkurmay Karargâhında görev aldı.[33]
Çanakkale Savaşları sırasında
Askerî Ataşe görevi Ocak 1915'te sona erdi. Bu sırada 28 Temmuz 1914'de I. Dünya Savaşı başladı, Osmanlı Devleti de 29 Ekim 1914'te savaşa girdi. 20 Ocak 1915'de Mustafa Kemal Bey 3.Kolordu emrinde Tekfurdağ'da kurulacak olan 19. Fırka Komutanlığına atandı.[24]
19. Fırka, 23 Mart 1915'te Müstahkem Mevki Komutanlığı emriyle Eceabat bölgesinde ihtiyata alındı. 25 Nisan 1915'te Gelibolu Yarımadası'na İtilaf Devletleri'nin yaptığı çıkartmalarıyla Çanakkale Savaşı başladı. 3.Kolordu komutanı Mehmet Esat Paşa'nın emrinde savaşan Kaymakam (Yarbay) Mustafa Kemal Bey Arıburnu'na çıkan ANZAC (Avustralya ve Yeni Zelanda Kolordusu) birliklerinin yarımada içine ilerlemesini Conkbayırı'nda durdurdu. Bu başarı üzerine 5.Ordu kumandanı Müşir (Mareşal) Otto Liman von Sanders Paşa'nın takdirini kazandı ve 1 Haziran 1915'te Miralay (Albay)lığa yükseldi.[24] İngilizlerin Ağustos ayında Suvla Körfezi'ne yaptığı ikinci çıkartmadan sonra, 8 Ağustos akşamı Otto Liman von Sanders Anafartalar mevkiinde bulunan birliklerinin komutasını verdi ve 9-10 Ağustos'ta Anafartalar Zaferi'ni kazandı. Bu zaferi 17 Ağustos'ta Kireçtepe ve 21 Ağustos'ta II. Anafartalar Zaferi takip etti. Miralay (Albay) Mustafa Kemal Bey, Ruşen Eşref Bey (Ünaydın) başta olmak üzere İstanbul basını tarafından "Anafartalar Kahramanı" olarak kamuoyuna tanıtıldı.



14 Ocak 1916'da Gelibolu'dan Edirne'ye sevkedilmiş olan 16. Kolordu komutanlığına atandı. Edirne'de bulunduğu 2 ay kadar süre boyunca 16. Kolordu'nun ikmali, toparlanması ve eğitimi ile ilgilendi. Doğu Cephesinde Rus birlikleri Osmanlı 3. Ordusunu püskürtmüş 16 Şubatta Erzurumu, 3 Martta Bitlis, Muş, Van ve Hakkari'yi işgal etmişti. Albay Mustafa Kemal 15 Mart tarihinde 3. Ordu'yu desteklemesi için emrindeki 16. Kolordu ile birlikte Diyarbakır'a gönderildi. Rütbesine göre kendisine ağır bir sorumluluk verilen 16. Kolordu Komutanı Mustafa Kemal 1 Nisan 1916'da Diyarbakırda iken Tuğgeneralliğe (Mirliva) yükseltildi ve Paşa unvanını aldı. Mustafa Kemal taktik bir geri çekilme emri verdi. Daha sonra beklenmedik bir saldırı ile Muş'u Ruslardan kurtararak Osmanlı birliklerine stratejik bir üstünlük sağladı. Kafkas Cephesindeki bu başarısından dolayı Altın Kılç madalyası ile ödüllendirildi. Ağustos ayında Muş ve Bitlis tümüyle Rus işgalinden kurtarıldı.
7 Mart 1917'de karargâhı Diyarbekir'de bulunan 2.Ordu Komutan Vekilliliğine atandıktan sonra Hicaz Kuuveyi Seferiyesi Komutanlığına getirilmek istendi. Ancak bunu kabul etmeyerek 5 Temmuz 1917'de Yıldırım Orduları Grubu emrindeki 7.Ordu Komutanlığına atandı.[24]
Mustafa Kemal Diyarbakır'dayken, İttihatçı fedailerden Yakup Cemil bir hükümet darbesi yapmaya karar vermiştir. Savaşın kaybedildiğini düşünmektedir. Tek kurtuluş yolunun Bab-ı Âli'yi basıp, hükümeti devirerek Başkomutan vekili ve Harbiye Nazırı'nı değiştirmek olduğuna inanmaktadır. Yeni Başkomutan vekili ve Harbiye Nazırı olarak da Mustafa Kemal'i düşünmektedir. Anlaştığı arkadaşlarından biri komployu Enver Paşa'ya haber vermiştir. Bunun üzerine Yakup Cemil kurşuna dizilerek öldürülmüştür. Mustafa Kemal Falih Rıfkı Atay'a anlattığı hatıralarında şöyle demektedir: "O vakit tümenlerimden birine komuta eden Ali Fuad (Cebesoy)'a : Yakup Cemil asılmış. Sebebi de ben Başkomutan vekili ve Harbiye nazırı olmadıkça kurtuluş yoktur demiş. Dediğini yapmış bile olsaydı ben İstanbul'a gittiğimde ilk iş olarak Yakup Cemil'i cezalandırırdım. Eğer ben, o ve onun gibiler tarafından iktidara getirilecek bir adamsam, adam değilim!" demiştir.[38]



15 Aralık 1917 ile 5 Ocak 1918 tarihleri arasında Veliaht Vahdettin Efendi'nin maiyetinde Almanya'ya giderek Keiser II.Wilhelm, Genel Karargâhı ve Elsass bölgesini ziyaret etti.
1918 Haziran ayında Viyana ve (bugünkü adı Karlovy Vary olan) Karlsbad'a giderek tedavi gördü. Sultan Reşat'ın vefatı ve Vahdettin'in cülusu üzerine 2 Ağustos'ta İstanbul'a döndü. 15 Ağustos'ta 7.Ordu Komutanı olarak Filistin Cephesi'ne atandı ve ardından Fahri Yaver Hazreti Şehriyari (Padişahın Onursal Yaveri) unvanı verildi. Mustafa Kemal Paşa, 20 Eylül 1918 tarihinde VI.Mehmet (Vahdettin)'in başyaveri Naci (Eldeniz) Bey'e bir telgraf çekerek Yıldırım Orduları Grubu'nun savaş gücünün kalmadığını bildirerek mütareke istemesini önerdi. Ayrıca yeni hükümette kendisinin Harbiye Nazırı ve Başkumandan Vekili olarak görevlendirilmesini istedi[39]. Ardından 6 Ekim'de 7. Ordu komutanlığından istifa etti.
19 Eylül 1918'de Allenby komutasındaki İtilaf kuvvetleri genel taarruza geçerek üç ordudan oluşan Yıldırım Orduları Grubu'nu ağır bir hezimete uğrattılar. 1 Ekim'de Şam, 25 Ekim'de Halep düştü.
30 Ekim 1918'de Mondros Mütarekesi imzalandı ve ertesi gün öğle vaktinde yürürlüğe girdi. Mondros Mütarekenamesi 19. maddesi gereğince, Yıldırım Orduları Grubu kumandanı olan Otto Liman von Sanders Paşa'nın görevden alınması üzerine Mustafa Kemal Paşa bu göreve getirildi. Ancak 7 Kasım'da Yıldırım Orduları Grubu ile 7.Ordu lağvedildi.[40]
10 Kasım 1918 tarihinde Yıldırım Kıt'alarının komutasını 2.Ordu Komutanı Nihat Paşa'ya bırakarak Adana'dan İstanbul'a hareket etti ve 13 Kasım'da İstanbul'a Haydarpaşa Garı'na ulaştı. Haydarpaşa'dan İstanbul'a geçerken boğaza demirli düşman savaş gemilerini gördüğünde ünlü "Geldikleri gibi giderler" sözünü söyledi. Fethi Bey (Okyar) ile birlikte Ahmet İzzet (Furgaç) Paşa yanlısı ve Ahmet Tevfik Paşa (Okday) karşıtı bir tavrı koyan Minber gazetesini çıkararak siyasi girişimlerde bulundu.
ATATÜRK'ÜN ÇOCUKLUK ANISI - KARGA PEŞİNDE
Annem ve iki kız kardeşim ile birlikte dayımın çiftliğine gittik. Akşamüstü çiftliğe vardığımızda dayım ve eşi bizi çok candan bir şekilde karşıladılar. Hal-hatır sormalardan, iltifatlardan sonra akşam yemeği yendi. Yemekten sonra bir saat kadar sohbet edildi ve ardından geceyi geçirmek üzere odalarımıza çekildik.

Ertesi sabah dayım bana çiftliğin her tarafını gezdirip gösterdi. Öğle vaktine doğru bakla tarlasına gittik. Tarlanın kenarına geldiğimizde dayım parmağı ile tarlasındaki tohumları yemekte olan kargaları işaret ederek: “ Bak Mustafa, şu kargaları görüyor musun? İşte bunlar bizim baş düşmanımız. Ben uğraşayım, çalışayım, onlar gelsinler tohumları yesin bitirsinler. Kimseye faydası olmaz şu karga murdarının. Yaptıkları anca zarar, ziyan. Bir de şu korkuluğun omuzlarına, kafasına konarlar “ gak gak “ diye öterler. Korkuluğun sadece adı korkuluk. Şu hale bak. Dört beş karga omuzlarına konmuş, yemişler tohumları, doymuşlar, güneşleniyorlar. Gel Mustafa, kovalım şunları “ dedi. Bizi gören kargalar uçup gittiler. Daha sonra dinlenmek için bir ağacın altına otururken: Dayıcığım, bu tarla hep böyle midir? dedim. Yani içinde çalışan, bekleyen olmadığı zamanlar kargalar tohumları yerler mi?

Dayım: “ Yerler Mustafa’m yerler. Bunlar sahipsiz bir tarla görmesinler. Onu, yirmisi toplanır gelir. Böyle gündüzleri tarlada beklemezsen birkaç haftaya kalmaz toprakta bir tek tane bırakmazlar” dedi. Bunun üzerine konuyu toparlama ihtiyacı hissettim: Peki dayıcığım, o zaman kargalar tohumları yiyip bitirmesinler diye sabahtan akşama kadar bekçilik yapmak zorunda kalıyorsunuz. “ Aynen dediğin gibi oluyor Mustafa. Çiftlikte yapılacak bir sürü iş varken, ben buraya gelip karga peşinde koşuyorum. Ne yaparsın ki, bu bakla tarlası çok önemli. Baklalar olgunlaşınca hem kendimize yemeklik oluyor, hem de arabaya yükleyip pazarda satıyorum; iyi de para ediyor. “

Demek ki burada bekçilik yapmak işleriniz için büyük engel teşkil ediyor, sevgili dayıcığım. O halde izin verirseniz yarından tezi yok kardeşim Makbule ile gelip burada bekleriz. Siz de çiftlikteki işleri yoluna koyarsınız. Kargaların tarlanızdan bir tek tohum yemelerine izin vermeyeceğimi bilmenizi isterim. “ Hay, sen aklınla bin yaşa, Mustafa! Bak bu hiç aklıma gelmemişti. Daha önce defalarca düşünüp de içinden çıkamadığım bu büyük sorunu kolayca çözüverdin. Bugün akşama kadar burada kalırız. Tarla bekçiliği nasıl yapılır iyice öğrenirsin. Zaten zor bir tarafı yok canım. Biraz dikkatli olup kargaları kollaman yeterli. Akşama çiftliğe dönünce annene ben söylerim. Onun da rızasını almak lazım. “

Ertesi sabah erkenden yengemin hazırladığı börekleri bir torbaya koyduk ve Makbule ile birlikte dayımın bakla tarlasına geldik. Gelir gelmez de, tarlaya inen kargaları kovalamaya başladık. Öğle vaktine doğru ikimiz de çok yorulmuştuk. Bunun sebebi: Bir defa tarla oldukça büyüktü. Bir tarafa üç beş karga tohumları yemek için gelseler Makbule ile koşuyor, kargaları kovalıyorduk. Aynı kargalar uçuyorlar, tarlanın öteki tarafına iniyorlardı. Tarlanın bir başından bir başına koşup durmak bizi yormuştu. İşin içine başka kargalar da karışınca durum iyice çekilmez hal almıştı. Öğle vakti bir köşede oturup yengemin hazırladığı börekleri yerken Makbule’ye sorunu kökünden halledecek bir yöntem bulduğumu söyledim ve şunları ekledim:

Makbule, kargaların bize oynadığı oyunun bilmem farkında mısın? Biz bu tarlaya gelir gelmez acemi olduğumuzu anladılar. Uygulamak istediğim yöntem oldukça basit. Tarlanın ortasında bulunan kulübenin içinden tarlayı enlemesine bölen bir çizgi çektiğimizi farz edelim. Bu çizgi tarlayı iki eşit parçaya böler. Yukarı tarafta kalan parça biraz meyilli, burası benim olsun. Aşağı tarafta kalan parça dümdüz, burası da senin olsun. Herkes kendi bölgesindeki kargaların kovalanmasından sorumlu olacak. Eğer kendi bölgenin ortalarına yakın bir yerde durmaya özen gösterirsen sabahki yorgunluğunun yarıya indiğini anlayacaksın. Şimdi konuyla ilgili bana sormak istediğin bir şey var mı? “

Ne diyebilirim ki Mustafa abi. Sen yapmamız gerekeni anlattın. Burada bana düşen görev anlattıklarını eksiksiz olarak uygulamamdır. “

Aferin sana Makbule. Senin gibi söz dinleyen, kavrayışı kuvvetli bir yardımcı ile çalışmak benim için şereftir. Bu başarı sadece benim değil, ikimizin başarısı olacaktır. Şimdi biraz acele edelim, böreklerimizi yiyelim de işe başlayalım. Bak kargalara, meydanı boş bulunca nasıl da çoğalıverdiler. Belki şu an için tarlanın üstünde uçmaktan başka bir şey yaptıkları yok ama eğer acele etmezsek birer ikişer tarlaya inmeye başlayacaklarına eminim. Dayıma, kargaların tarlanızdan bir tek tohum yemelerine izin vermeyeceğim, diyerek söz vermiştim. Kendi buluşum olan yöntem başarılı olmuştu. Akşamüstü hava kararmaya başladığında kargalar geceyi geçirmek için konaklama yerlerine giderlerken aç ve yorgundular.

Çiftlikte yenen akşam yemeğinden sonra Makbule, o gün olanları ve kargaların perişan bir şekilde gidişlerini anlatırken, odada bulunanlar kahkahalarla gülmekten kendilerini alamıyorlardı. Annem, “ Benim Mustafa’m çok akıllıdır “ diyerek gururla alnımdan öperken, vakur halimi hiç bozmadan duruyor, sadece gülümsemekle yetiniyordum.
ATATÜRK'ÜN ÇOCUKLUK ANISI: VATAN SEVGİSİ
Kız kardeşim Makbule rahatsızlandığı için çiftlikte kalmıştı. Bugün tek başıma bakla tarlasında bekçilik yapacaktım. Şu karga kovalama işinin pek bir zorluğu kalmamıştı. Bakla tarlasına gelmeye başladığım ilk günlerde kargalar benim zorlu bir rakip olduğunu anlamışlar ve uyguladığım yöntemi müthiş bir mücadele örneği göstermelerine karşın boşa çıkaramamışlar, çekilip gitmişlerdi. Sabah erkenden bakla tarlasına gelince tarlanın ortasında bulunan kulübenin önüne bir sandalye çıkarıp oturdum.

Aradan yarım saat geçmeden canım sıkılmaya başlamıştı. Böyle boş oturmak bana göre değildi. Ben bir şeylerle meşgul olayım, bir işe yarayayım, faydalı olayım istiyordum. Dayımın bakla tarlasında bekçilik yapmakla bir işe yarıyordum, faydalı oluyordum fakat bunlar yeterli değildi. Ne yapabilirdim? Kulübede birkaç tane ders kitabı vardı. Kitap en iyi arkadaştı. Okurdum, öğrenirdim, fikirlerim gelişirdi. Bir kitap alıp okumaya başladım. Böylesi çok daha iyiydi, hem artık canım sıkılmıyordu.

Aradan iki saat geçmişti. İlerdeki tarlaların arasındaki patika yoldan yaşlı bir adamın geldiğini gördüm. Yaşlı adamın yanında bir kuzu vardı. Onun gelip tarlanın kenarındaki bir ağacın altına oturmasını fırsat bilerek yerimden kalktım, kitabı kulübeye bıraktım ve yaşlı adamın yanına gittim. Söze şöyle bir giriş yaptım: Merhaba dede, nereye böyle?

Yaşlı adam: “ Yolcuyum ben evlat, kasabaya oğlumun yanına gidiyorum. Bu kuzuyu toruna hediye olarak gö türüyorum. Geçen ay köye gelmişlerdi, bir hafta kaldılar. Torun kuzu diye tutturmuştu. Ben de, şimdi çok küçükler, biraz büyüsünler bir tane sana getiririm dediydim. Alsın kuzuyu besleyip büyütsün. Dünyada en önemli şey sevgidir. Sevgisiz kalmış bir insan kuru bir ağaca benzer. Zamanında onun kalbine sevgi tohumu ekilmemiştir, sevmek öğretilmemiştir. Bir bilinmezlik içinde bocalar durur. Yüzyıllardır süregelen anlamsız kargaşayı sevgi yoksunu insanlar çıkardılar. Toplumları birbirine düşman ettiler. Sonuçta bunun acısını insanlık çekti. İnsanlara sevgiyle yaklaşmalı, onların kalplerine sevgi tohumu ekmeliyiz. Sevmek çok güzel bir duygudur ve insanı hayata bağlar. Sevelim, sevilelim, hayatın tadına varalım. “

Yaşlı adam konuşurken oturmuş ve anlattıklarını ilgiyle dinlemiştim. Şimdi söz hakkı benimdi:
Dede, bazı insanlar nedense vatanlarını sevmiyorlar. Ben vatanımı çok seviyorum ve bu vatanın evladı olduğum için gurur duyuyorum. Şimdi vatanlarını sevmeyenler vatanını sevmeyi nasıl öğrenecek ve ben vatan sevgimi nasıl geliştirebilirim. Tavsiyelerin neler olacak? Yaşlı adam gülümseyerek: “ Evlat, adını demedin bana, neydi adın? “ deyince: Dede, benim adım Mustafa, dedim.

Bunun üzerine yaşlı adam: “ Sana tavsiyem Büyük Vatan Şairi Namık Kemal olacak. Namık Kemal, türlü engellemelere karşın vatanını çok sevdiğini haykırmaktan çekinmedi. Bu uğurda çok acı çekti, fakat hiçbir acı O’nu vatanına hizmetten alıkoyamadı. “
Bundan sonra Namık Kemal’in şiirlerini daha bir önem vererek okuyacağıma söz veriyorum. Dede, mutluluk nedir sence? Ben mutlu olmak insandan insana değişebilir diyorum, dedim. Yaşlı adamın mutluluk hakkında söyledikleri şunlar oldu:

“ Mutluluk yaşamsal bir gerçektir yani yaşamda mutluluk vardır ve her insanın mutluluğu ayrıdır. Hakkın olan mutluluğu başkalarının mutluluğuna gölge düşürmeden istemek sana kalmıştır. Mutlu olmak için büyük şeyler istemek gerekmez. İnsan isterse bir kelebeğin uçuşunu görüp mutlu olabilir. Her neyse Mustafa yavaş yavaş kalkayım. Hava kararmadan kasabaya varmalıyım. Anlattıklarımın sana bir parça faydası olduysa ne mutlu bana. İyi günler dilerim. “
“ Ne demek dede, hem de çok faydası oldu. Ben de sana iyi günler dilerim. Yolun açık olsun “ dedim. Yaşlı adam gittikten sonra kulübeye döndüm ve sandalyeye oturarak konuşulanları düşünmeye başladım.
ATATÜRK'ÜN ÇOCUKLUK ANISI: ÇİFTLİKTEKİ HIRSIZ
Bir akşam yemeği sonrasında çiftlikteki odada oturulmuş ve gündelik olaylar konuşuluyordu. Dayım Hüseyin Ağa: “ Yarın erkenden elma bahçesini çapalayıp, yabani otları ayıklamaya gidecektim ama çapayı bulamadım. Hanım, çapayı bir yere koymuş olmayasın? “ diye sordu.
Yengem: “ Efendi, çapanın alet dolabında olması lazım. İki gün önce temizlik yaparken oradaydı. “ dedi.Dayım: “ Öyle de bugün akşamüstü baktım dolapta yoktu. Belki dedim sağa sola bırakmışlardır. Aradım, bulamadım. “Dayımın çocukları, annem, ben ve kız kardeşlerim çapayı almadığımızı söyledik.

Bunun üzerine dayım: “ Hanım, son günlerde çiftliğe yabancı biri geldi mi? “ diye sordu.
Yengem: “ Hayır Efendi, kimse gelmedi. Hep biz bizeyiz. “ dedi.
Dayım: “ Desene çapa sır olup uçtu. “ dedi.Fikrimi söylemek ihtiyacını hissetmiştim:
Dayıcığım, çiftliğe hırsız girmiş olamaz mı? Sorduğum soru odada bulunanların üzerinde soğuk duş etkisi yaptı. Gözler benden yana döndü.
Dayım: “ Ne hırsızı? “ diyebildi. Bir hırsız gelmiştir, çiftliğe girip çapayı çalmıştır.Dayım: “ İki gündür ben, yengen, annen ve çocuklar çiftliğin avlusundaydık. Ayrıca köpekler var. Onlar geceleri burada kuş uçurtmazlar. Hani dediğin olmaz diyemem ama biraz zor. Hem hırsız neden sadece çapayı alsın, öteki aletleri de alıp götürebilirdi. Bırak çapayı, aletleri, çiftlikte daha değerli pek çok eşya var. Bunlar dururken neden yalnızca çapayı aldı? “

Dayıcığım, hırsızın ya çapa çok işine yarıyor ya da çapayı satmak kolayına geliyor. Sadece çapayı almasının nedeni vereceği zararın büyük olmasını istemediğinden, yani hırsız insaflı biri. Gündüz gelse gören olurdu. Kimse onu görmediğine göre gece geldi. Köpekler hırsızı tanıdıkları için ses çıkarmadılar. Bu da hırsızın köyden biri olduğunu gösteriyor. “ Pes be Mustafa, senin zekâna diyecek yok doğrusu. Aslında ben de zeki sayılırım ama sen benden çok ilerdesin. Ortada fol yok, yumurta yok , alt tarafı bir çapa kayboldu. Bana kalsa yarın çapayı arar dururdum. Sana inanıyorum Mustafa ve yarın çapayı aramayacağım. Artık geceleri nöbet tutacağız. İlk nöbet benim. Eee, sen ne diyorsun Zübeyde, şu hırsız işine? “ “ Mustafa’nın dediklerine katılıyorum. O, boşuna konuşmaz. Söyledikleri hep doğru çıkar. Daha on yaşında ama çok akıllı. Bambaşka bir çocuk. Darısı bütün çocukların başına. “

Dayım gece yarısına kadar çiftliğin avlusunda nöbet tuttu. Daha sonra nöbeti ben devraldım. Avluyu en iyi görebileceğim yer olan çiftlik evinin birinci kat merdivenine oturdum. Alet dolabının bulunduğu kulübe yan taraftaydı. Eğer hırsız gelirse önümden geçecek ve onu rahatça görecektim.

Aradan bir saat geçmişti ki karşıdaki ağaçlıktan hızlı adımlarla yürüyerek gelen bir gölgenin, alet dolabının bulunduğu kulübeye girdiğini gördüm. Gölge, o kadar rahat hareket ediyordu ki hayret edersin. Sanki babanın çiftliği, gel gir hiç korkmadan, dimdik yürü, kazma, kürek, çapa eline ne gelirse al git. Köyden olan bu adamı ay ışığı altında tanıdım. Onun mert, dürüst biri olduğunu biliyordum. Bırak dayımı, bırak çifti-çubuğu, benim küçük dostum, sen büyümüşsün küçülmüşsün ama yine büyüyorsun ve sonsuza dek büyüyeceksin diyen birinin yani bu adamın, beni hiçe saymasını, benim de bulunduğum çiftlikten bir şeyler çalmasını onuruma yediremedim.
Yerimden kalktım, gittim kulübe kapısının dört-beş metre gerisinde durdum, ellerimi belime dayadım, bekledim. Biraz sonra kulübeden çıkan adam kapıyı kapadı. İki adım attı, beni gördü, elindeki kürek yere düştü. Gözleri yaşardı, belli ağlıyordu. Elinin tersiyle gözyaşlarını sildikten sonra başını sağa-sola birkaç kere salladı ve küreği yerden alarak yanımdan yürüdü, gitti.

O gece sabaha kadar nöbet tuttum. Aslında benden sonra nöbet sırası dayımın oğluna geliyordu ama dayımın oğlunun yerine de nöbet tuttum. Çünkü yarın yapacağım girişimleri bir plan dahilinde belirlemek istiyordum. Adam çapayı, küreği çalmıştı ama bunun bir nedeni olmalıydı. Kimse durup dururken başkasının malını izinsiz almazdı. Bu bir suçtu fakat suçluyu suç işlemeye iten nedenler vardı. Nedenlerin sebepleri vardı.

Ertesi gün öğle vakitleri adamın evine gittim. Kapıyı dokuz yaşındaki Ahmet açtı.
Vay Ahmet, canım kardeşim. Nasılsın, iyi misin? Ben geldim. Ahmet: “ Hoş geldin, Mustafa abi. Sağ ol, iyiyim. “Ayşe nerede? Neden buraya gelmiyor? Ahmet: “ Mustafa abi, Ayşe annemin yanında. Annem bir haftadır hasta. Babam annem ölmesin diye dün kasabaya yürüyerek gitti. Birisi çapa vermiş ödünç diye, onu rehin bırakıp ilaç almış. İlacı anneme içirdik. Bu sabah babam yine kasabaya gitti. Elindeki küreği rehin bırakıp ilaç alacakmış. Daha sonra babam çapayla küreği parasını ödeyip geri alacak ve sahibine teslim edecekmiş. Babamın getireceği ilaç annemi iyileştirecekmiş. Sence annem iyileşir mi Mustafa abi? “

İnsanın taş yürekli olması lazımdı bu durum karşısında ağlamaması için. Gözyaşlarımı tutamadım. Birkaç dakika sonra Ahmet ile birlikte içeri girdik. Ayşe yatakta yatan annesinin başucundaki sandalyede oturuyordu. Beni görünce ayağa kalktı. Hasta kadın kollarını iki yana açarak ona sarılmamı bekledi. Sandalyeye oturdum ama bu davranışımın sebebini açıklamam gerekti. Yengeciğim iyileşince birbirimize sarılırız. Yine eskisi gibi güzel günlerimiz olacak. Bundan sonra daha fazla evinize geleceğim. Yanlış bir hareketiniz hastalığınızın artmasına yol açabilir. Bunun için size sarılmadım.

Hasta kadın zorlukla konuştu: “ Olur Mustafa. Dediğin gibi olsun. Ben de en kısa zamanda iyileşmeye bakarım. “ Daha sonra çiftliğe döndüm ve olanlardan kimseye söz etmedim. Yeni gelen ilaçları içen kadın on beş gün içinde iyileşti. Adam, başkasının tarlasında çalışarak kazandığı parayla çapayı ve küreği rehinden kurtardı. Bir gece yarısı son defa çiftliğe girerek çapayla küreği yerine bıraktı. Ben bu durumun değerlendirmesini şöyle yaptım.Akıl ve mantık çizgisinden ayrılmayan insan olmanın bilincine varır. İnsan iradesini kullanarak gerçekleri görür. Yanlışta bile olsan doğru gözünün önündedir. Gözünün önündekini görmek için göz kapaklarını aralarsın yani okuyup öğrenirsin.
 
frmtr forumtr forum tr knight online metin2 pvp serverler oyun forumu link kısaltma google yandex forumtr frmtr metin2 pvp serverler forumtr knight online video indir nbase smm panel takipçi satın al instagram takipçi satın al gerçek takipçi satın al takipçi satın al jetfilmizle anime izle hd film izle pubg mobile uc pubg mobile uc satın al uc satın al uc mobile legends elmas mlbb elmas mlbb elmas satın al brawl stars elmas valorant vp valorant vp satın al baklava vozol iqos takipçi satın al instagram takipçi satın al ucuz takipçi satın al gerçek satın al galatasaray bilet beşiktaş bilet fenerbahçe bilet passolig bilet
shape1
shape2
shape3
shape4
shape5
shape6
Üst